Allah’a hamd olsun.
Birincisi:
Hiç şüphe yok ki namaz; dînin direği, kurtuluşa erenlerin adresi ve salihlerin saadetidir.
Allah Teâlâ namazı mü'minlere farz kılarak şöyle buyurmuştur:
... إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَاباً مَّوْقُوتاً [ سورة النساء من الآية: 103 ]
"... Çünkü namaz, bilinen vakitlerde müminlerin üzerine farz kılınmıştır." (Nisâ Sûresi: 103)
Yine şöyle buyurmuştur:
)) قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ * الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ * وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ * وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ * وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ * إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ* فَمَنْ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْعَادُونَ * وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ* وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ )) [ سورة المؤمنون الآيات:1-8 ]
"Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtlarını verirler. Onlar ki, ırzlarını (iffetlerini) korurlar.Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Onlar ki, emânetlerine ve verdikleri söze riayet ederler." (Mü'minûn Sûresi: 11-8)
Namaz; kulun, dîn gününde hesaba çekileceği ilk şeydir.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
إِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عَمَلِهِ صَلَاتُهُ، فَإِنْ صَلُحَتْ فَقَدْ أَفْلَحَ وَأَنْجَحَ، وَإِنْ فَسَدَتْ فَقَدْ خَابَ وَخَسِرَ. [ رواه الترمذي وأبو داود وصححه الألباني في صحيح أبي داود ]
"Kulun kıyâmet günü amelinden hesaba çekileceği ilk şey namazıdır. Eğer namazı iyi çıkarsa, kurtulur ve umduğuna kavuşur. Eğer kötü çıkarsa, zarar eder ve hüsrana uğrar." (Tirmizi; hadis no: 413. Ebu Davud; hadis no: 864. Elbânî, Sahîh-i Ebî Davud'da hadis sahihtir, demiştir.)
Allah Teâlâ, namaz ile günah ve hataları siler, dereceleri yükseltir.
Namaz, dînden en son kaybedilecek (terk edilecek) ameldir. Namaz kaybedildiği zaman da dînin tamamı kaybedilmiş olacaktır.
Bu konuda (33694) nolu sorunun cevabına bakabilirsiniz.
Müslüman kardeşim!
Ölümünden önce namazına devam et.Cenâze namazın kılınmadan önce namazını kıl. Eğer namazı muhafaza etmişsen, namazını kılmaya devam et. Yok eğer namaz konusunda gevşek davranmışsan, vakti elden gitmeden önce Allah Teâlâ'ya tevbe edip O'ndan bağışlanma dile. Zirâ kim tevbe ederse, Allah Teâlâ onun tevbesini kabul eder. Kim Allah Teâlâ'ya dönerse, Allah Teâlâ ona rahmeti ve mağfireti ile döner.
Nitekim hadis-i kudsî'de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى ، وَأَنَا مَعَهُ إِذَا ذَكَرَنِى ، فَإِنْ ذَكَرَنِى فِى نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِى نَفْسِى ، وَإِنْ ذَكَرَنِى فِى مَلأٍ ذَكَرْتُهُ فِى مَلإ خَيْرٍ مِنْهُمْ ، وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَيَّ بِشِبْرٍ تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا، وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَيَّ ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ بَاعًا، وَإِنْ أَتَانِي يَمْشِي أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً. [ رواه البخاري ومسلم ]
"Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim (yani benim kendisini bağışlayacağımı zannediyorsa, zannettiği gibiyim. Yok eğer benim kendisini cezalandıracağımı ve sorumlu tutacağımı zannediyorsa,zannettiği gibiyim). O beni zikrettiği zaman ben (ilmim, rahmetim, tevfikim, hidâyetim ve korumam ile) onunla beraberim. O beni kendi nefsinde zikrederse, ben onu kendi nefsimde zikrederim. O beni bir toplulukta (insanların arasında)zikrederse, ben onu ondan daha hayırlı bir toplulukta (meleklerimin yanında) zikrederim. O bana (salih amellerle)bir karış(miktarı) yaklaşırsa, ben ona (rahmetim ve nimetimle)bir kulaç (miktarı) yaklaşırım. O bana bir kulaç (miktarı) yaklaşırsa, ben ona (rahmetim ve nimetimle)bir arşın (miktarı) yaklaşırım. O bana (salih amellerle)yürüyerek gelirse, ben ona (rahmetlerimle)koşarak gelirim." (Buhârî, hadis no: 7405. Müslim, hadis no: 2675)
Müslüman kardeşim!
Bundan dolayı Allah Teâlâ'ya nasuh bir tevbe ile tevbe et. Umulur ki Allah Teâlâ tevbeni kabul edip günahlarını bağışlar.
İkincisi:
Namazı hafife almak ve özürsüz olarak namazı vaktinden sonraya bırakmak, büyük günahlardandır.
Bu konuda (47123) nolu sorunun cevabına bakabilirsiniz.
Hatta bazı âlimler, özürsüz olarak vakti çıkıncaya kadar bir vakit namazı terk edenin kâfir olacağı görüşüne varmışlardır.
Bu konuda (39818) nolu sorunun cevabına bakabilirsiniz.
Sorunuzun cevabı, işte bu görüşten kaynaklanmaktadır. Yani özürsüz olarak vakti çıkıncaya kadar bir vakit namazı terk edenin kâfir olacağı için (yeniden İslâm'a dönerken) yıkanması gerekir. Çünkü kâfirin müslüman olduğunda yıkanması meşrûdur. Aynı şekilde mürtedin (dîninden dönen kimsenin) de İslâm'a tekrar döndüğünde yıkanması meşrûdur.
Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"İster aslî kâfir olsun, isterse dîninden dönmüş kâfir olsun, bir kâfir müslüman olduğu zaman yıkanması (boy abdesti alması) gerekir."
Aslî kâfir. Yahudi, hıristiyan, budist ve buna benzer kimseler gibi, hayatının başından beri İslâm dîninin dışında bir dîn üzere olan kimsedir.
Mürted ise; İslâm dîni üzere iken dîninden dönen kimsedir. -Bu durumdan Allah Teâlâ'ya sığınırız-.
Tıpkı namazı terk eden veya sıkıntıdan kendisini kurtarması için Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e yalvarıp yakaran veyahut yardım edilmesi mümkün olmayan bir işte kendisine yardım etmesi içinbirisine yalvarıp yakaran kimse gibi.
Kâfirin, İslâm'a girdiği zaman boy abdesti alması gerektiğine delil şudur:
1. Kays b. Âsım'ın rivâyet ettiği hadiste, o müslüman olduğunda Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ona içerisinde sidr ağacının yaprağı bulunan su ile yıkanmasını emretmişti. (Tirmizî, hadis no: 605. Elbânî, Sahîh-i Tirmizî'de hadis sahihtir, demiştir.)
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrinde aslolan; vucûbiyettir.
2. Müslüman olan kimse, içini şirkin pisliğinden temizlemiş olur. Boy abdesti ile de dışını temizlemesi hikmettendir.
Bazı âlimler şöyle demişlerdir:
"Bir kimsenin müslüman olmasıyla boy abdesti alması gerekmez."
Bu konuda da Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den hiçbir genel bir emrin gelmediğini delil göstermişlerdir.
Örneğin, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-:"Sizden biriniz Cuma namazına gelmeden önce boy abdesti alsın." demiş, fakat: "Kim müslüman olursa, boy abdesti alsın!" dememiştir.
Müslüman olan nice sahâbe vardır. Fakat Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in onlara boy abdesti almalarını emrettiğine veya: "Kim müslüman olursa, boy abdesti alsın", dediğine dâir hiçbir şey nakledilmemiştir. Şayet boy abdesti almak gerekli olsaydı, insanların buna ihtiyaç duymaları sebebiyle bu görüş meşhur olurdu.
Bu konuda şöyle diyebiliriz:
Birinci görüş, yani boy abdesti alması gerekir görüşü, daha kuvvetli görüştür. Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ümmetten birisine bir hükmü emretmesi, ümmetin hepsine emir sayılır. Ancak makul şerî bir tahsis olması bunun dışındadır. Zirâ Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sahâbeden bir kişiye olan emri, ondan başkasına emretmediği anlamına gelmez.
Sahâbenin her birisinden müslüman olduktan sonra boy abdesti aldığına dâir bir şeyin nakledilmemesine gelince, buna şöyle cevap verebiliriz:
Böyle bir şeyin nakledilmemesi, emrin olmadığı anlamına gelmez. Çünkü aslolan; Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiği ile amel etmektir. Sahâbenin her birisinden onunla amel ettiğine dâir bir şey nakledilmesi gerekmez." ("eş-Şerhu'l-Mumti'", c: 1, s: 202)
İbn-i Kudâme -Allah ona rahmet etsin- "el-Muğnî" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Kâfir, ister aslî olsun, isterse mürted olsun, müslüman olduğu zaman boy abdesti alması gerekir... Bu, Mâlik, Ebu Sevr ve İbn-i Münzir'in görüşüdür."
Kuveyt kaynaklı Fıkıh Ansiklopedisi'nde şöyle denilmiştir:
"Mâlikîler ve Hanbelîler, "kâfirin İslâm'a girmesi, boy abdestini gerektirir" görüşüne varmışlardır. Buna göre kâfir, müslüman olduğu zaman boy abdesti alması gerekir... Bu konuda aslî kâfir ile mürted kâfirin arasında hiçbir fark yoktur, demişlerdir. Bundan dolayı mürtedin de müslüman olduğu zaman boy abdesti alması gerekir." ("Fıkıh Ansiklopedisi", c: 31, s: 206)
Allah Teâlâ en iyi bilendir.